Kategoriler
Sinema

Cannes’da dikkat çeken ilk filmler

Cannes Film Festivali’nin gündemini ana yarışmadaki filmler belirliyor olabilir. Fakat yan yarışmalarda ilk filmleriyle gelecek vaat eden, yetenekli genç yönetmenler vardı.

cannes-da-dikkat-ceken-ilk-filmler-296098-1.

Tesnota
Yön: Kantemir Balagov
Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilen ve FIPRESCI ödülü kazanan ‘Tesnota’, Rus yönetmen Kantemir Balagov’un ilk uzun metrajlı filmi. Daha önce biri belgesel üç kısa filme imza atan 1991 doğumlu yönetmen, Kabardey-Balkar Devlet Üniversitesi’nde usta yönetmen Aleksandr Sokurov’dan eğitim almıştı. Sokurov’un da yapımcılarından biri olduğu ‘Tesnota’, özgün ve sert sosyal gerçekçiliğiyle, Balagov’u şimdiden festivallerin bir gözünün üzerinde olacağı bir isme çevirdi.

İlham Kaynakları: Les Enfants du Paradis (Marcel Carné, 1945), Mouchette (Robert Bresson, 1967) , Rosetta (Dardenne Kardeşler, 1999), Un Lac (Philippe Grandrieux, 2008)

cannes-da-dikkat-ceken-ilk-filmler-296099-1.

I Am Not a Witch
Yön: Rungano Nyoni
Londra’da oyunculuk üzerine master yaptığı yıllarda yazar-yönetmen olmak istediğini keşfeden Rungano Nyoni, 2009’dan bu yana çektiği kısa filmleriyle BAFTA adaylığı da dahil onlarca ödül kazandı. BFI ve Film4’un yapımcıları arasında olduğu ilk uzun metrajlı filmi ‘I Am Not a Witch’ uzun bir süredir merakla bekleniyordu. 35 yaşındaki yönetmenin filmi, gösterildiği Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde çok konuşulan gözde filmlerden biri oldu. Zambiya ve modern kültür üzerine bir hayli özgün, feminist bir taşlama sayılabilecek film, kamera arkasındaki yeteneği hissettirmekte zorlanmayan bir yapım. ‘Embrace of the Serpent’taki çalışmasıyla hatırladığımız David Gallego’nun görüntü yönetmenliğinden güç alan atmosferi, cesur müzik tercihleri, didaktik bir realizmden uzak duran modern ve çarpıcı bakış açısıyla pek çok filmin arasından sıyrılan bir çalışma ‘I Am Not a Witch’. Hikâye anlatımında biçimsel olarak daha rafine hale gelmeye ihtiyacı olsa da Rungano Nyoni’nin adını şimdiden bir kenara not etmekte fayda var.

İlham Kaynakları: Hyenas (Djibril Diop Mambéty, 1992), Fargo (Joel Coen, 1996), La pianiste (Michael Haneke, 2001)

cannes-da-dikkat-ceken-ilk-filmler-296100-1.

Jeune Femme
Yön: Leonor Serraille
Belirli Bir Bakış bölümünde neredeyse ekibinin tamamı kadınlardan oluştuğu için dikkatleri üzerine çeken ‘Jeune Femme’, genç yazar-yönetmen Leonor Serraille’nin ilk uzun metrajlı filmi. Cannes’da en iyi ilk filme verilen Altın Kamera ödülünü kazanan film, kahramanının özgürlüğün içinde kaybolan ruhunu, kurgusuyla sinema diline de yansıtmaya çalışıyor. Diablo Cody’nin kalemini andıran hikâyesi, Serraille’nin yetenekli ellerinde karikatürize olmaktan kurtulup, sinemasal bir karakter portesine dönüşüyor. Başroldeki Laetitia Dosch’tan adeta bir yıldız performansı alan genç yönetmenin en büyük meziyetiyse, karakterlerine ve olaylara yargılamadan bakabilmeyi başarması.

İlham Kaynakları: Wanda (Barbara Loden, 1970), Naked (Mike Leigh, 1993), Claire Dolan (Lodge Kerrigan, 1998), Frances Ha (Noah Baumbach, 2012)

cannes-da-dikkat-ceken-ilk-filmler-296101-1.

Ava
Yön: Léa Mysius
Eleştirmenlerin Haftası’nda gösterilen ve bu bölümde En İyi Senaryo (SACD) ödülü kazanan ‘Ava’, daha önce ödüllü kısalarıyla adından bahsettiren, yükselişteki Léa Mysius’in ilk uzun metrajlı filmi. 2014’te ‘Les Oiseaux-Tonnerre’ kısa filmiyle Cannes Cinefondation’a seçilen 1989 doğumlu yönetmen, aynı zamanda bu yıl festivalin açılış filmi olan Arnaud Desplechin’in ‘Les fantômes d’Ismaël’ filminin de senaristlerinden biri. Türleri birbirine harmanlamaktan çekinmeyen ve gerçeküstücü dokunuşları olan ilk filmi ‘Ava’, parmak ısırtan 35mm görüntü yönetmenliğiyle dikkatleri üzerine çekti. 35mm filmin görsel dokusunu ve renk paletini, hikâyesinin nostaljik ruhunu yaratmak için ustalıkla kullanan Mysius’un filmi belki kusursuz değil ama sinemaseverleri her parmağında ayrı bir marifet olan sıra dışı bir yetenekle tanıştırdığı kesin.

İlham Kaynakları: Bonnie and Clyde (Arthur Penn, 1967), Belle de Jour (Luis Buñuel, 1967), À ma soeur! (Catherine Breillat, 2001), American Honey (Andrea Arnold, 2016)

Kategoriler
Gösteriler & Topluluklar

Cannes’da jüri kolayı ve vasatı seçti

Pedro Almodovar’ın başkanlığındaki jüri, bu vasat seçkide kolayı seçerek, suya sabuna dokunmayan bir Altın Palmiye verdi. İsveçli Ruben Östlund’un ‘The Square’i (Dörtgen) ilk saati gerçekten keyifli, geri kalan bir buçuk saati ilk saatin tekrarı.

2014’te Jane Campion başkanlığındaki jüri Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’na Altın Palmiye’yi (haklı olarak) verdiğinde, tartışanlar yine de olmuş, ama en azından herkes jürinin bu ‘cesur’ kararını alkışlamıştı. O yıldan beri art arda tüm jüriler aynı cesareti gösterip, şaşırtıcı bir karar veremedi. Keza Almodovar ve ekibi de suya sabuna bulaşmayacak ama bazılarının bizleri kızdırdığı bir seçim yaptı.

Sofia Coppola’nın En İyi Yönetmen Ödülü ile başlayalım, zira gerçekten en az hak edilen ödül bu olsa gerek. Bu kararı verenlere 1971’de aynı filmi yapan Don Siegel’i bir daha izlemelerini öneririz. Lanthimos’un En İyi Senaryo’su yönetmen olarak ödül alsa anlardık, ama ‘ölen babasının intikamını göze göz, dişe diş’ alan bir yeni yetmenin hikâyesi gerçekten çok zayıf. Ve Lynn Ramsey’e iki ödül verilmesi sadece şaşırtıcı değil, 2003’ten beri ‘her film bir tek ödül alacak’ yönetmeliğine de ters. Bir kez daha senaryo ‘pedofillerin elinden küçük kızları para için kurtaran psikopat katil’ ile özetleneceğine göre anlamsızlık hâd safhada. Joaquim Phoenix’in En İyi Erkek Oyuncu ödülü de tartışılır. Anlaşılan ‘her filme tek ödül’ yönetmeliği, En İyi Senaryo’yu iki film paylaştığı için (geçen sene Farhadi’de olduğu gibi) göz ardı edilmiş.

Diğer ödüller ise bizim öngördüğümüz şekilde. ‘Kalp Atışı 120’nin Büyük Ödülü’nü, Diane Kruger’in En İyi Kadın Oyuncu’sunu tahmin etmiş, Zvyagintsev’e Jüri Ödülü’nden iyisi, hatta Altın Palmiye’yi yakıştırmıştık. Nicole Kidman’ın ise bir ödül alacağından emindik. Altın Kamera’nın vasat bir Fransız filmine gitmesine (Léonor Séraille’ın ‘Jeune Femme-Genç Kadın’ı) üzüldük, ancak bu filmin özelliği tüm ekibinin baştan sona kadın olmasıydı. Film en azından sinema dünyasının cinsiyetçi tutumuna kafa tutuyor.

Bu arada Almodovar dediğini yaptı ve Netflix filmlerini ödül listesine almadı. Ama jüri yedi ödülden üçünü (Phoenix, Coppola, Kidman) Amerikalılara vererek (Kidman’ı da Avustralyalıların en Amerikalısı sayarsak), 70. yılın en fazla Amerikan ödüllü festivallerden biri olmasını sağladı.

Un Certain Regard Ödülleri
Cumartesi akşamı törenle verilen Belli Bir Bakış bölümü ödüllerinde büyük ödülü (Prix Un Certain Regard) İranlı Mohammed Rasoulof’un ‘Lerd’ (Balçık) filmi aldı. İtalyan oyuncu ve yönetmen Sergio Castellito’nun filmi ‘Fortunata’nın kadın oyuncusu En İyi Oyuncu ödülünü alırken, Mathieu Amalric’in ‘Barbara’sı ‘Sinemada Şiirsellik’ ödülü aldı. En İyi Yönetmen ödülünü Amerikalı Taylor Sheridan ‘Wind River’ ile, Jüri Ödülü ise Meksikalı Michel Franco ‘Las Hijas de Abril’ (Nisan Kızları) ile aldı.

FIPRESCI ve Ökümenik Jüri Ödülleri
Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu FIPRESCI ödülleri Resmi Yarışmada Fransız Robin Campillo’nun ‘120 Battements par minutes-Kalp Atışı 120’ye, Un Certain Regard-Belli Bir Bakış ödülü bizim de büyük keşfimiz Rus Kantemir Balagov’un ‘Tesnota-Daralma’sına ve paralel yarışmalar Yönetmenlerin Onbeşi ve Eleştirmenler Haftası ödülü Portekizli Pedro Pinho’nun ‘A Fabrica de Nada’ (Hiçbir şey Fabrikası)na verildi.
Farklı kültürlerden gelen Hıristiyanlar ile sinema camiasından profesyonellerden oluşan Ökümenik Jüri’nin ödülü ise bizim de çok sevdiğimiz Japon Naomi Kawase’nin ‘Hikari’ (Aydınlık)’ına verildi.

Ödül Listesi:
Altın Palmiye: The Square (Dörtgen) Ruben Östlund
70. Yıl Özel Ödülü: Nicole Kidman
Büyük Ödül: 120 battements par minute (Kalp Atışı 120) Robin Campillo
En İyi Yönetmen: Beguiled (Aldatılmış) Sofia Coppola
En İyi Erkek Oyuncu: Joaquin Phoenix (Lynn Ramsey’in You Were Never Really Here )
En İyi Kadın Oyuncu: Diane Kruger «(Fatih Akın’ın Aus Dem Nichts-Birdenbire)
Jüri Ödülü: Nelyubov (Sevgisiz) Andrey Zvyagintsev
En İyi Senaryo Ödülü: Yorgos Lanthimos ve Efthimis Filippou Kutsal Geyiğin Katli ile birlikte Lynne Ramsay You Were Never Really Here
Altın Kamera (İlk Film): Jeune femme (Genç Kadın) Léonor Séraille
Kısa Film Altın Palmiyesi: Tatlı bir Gece Qiu Yang (Çin)
Kısa Metraj Mansiyon: Tavan Teppo Airaksinen (Finlandiya)

Kategoriler
Şiir

Zahrad’ın kaleminden içinden kedi geçen şiirler

Modern Ermenice şiirin en önemli isimlerinden Zahrad’ın kediler üzerine yazdığı şiirleri ve yine şairin yaptığı çizimleri Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı.

Zareh Yaldızcıyan namı diğer Zahrad, 21 Şubat 2007’de, yani Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in suikaste uğramasından yaklaşık bir ay sonra hayatını kaybetti. Ermeni toplumunun 2007 yılı başındaki ikinci büyük kaybı olan şair, verdiği son röportajında Agos gazetesinden Talin Suciyan’a “Şair anadili ile yazmalı, ya da dua ettiği dille…” diyordu. Kendisinin de anadili ile başladığı edebiyat yolculuğu 1943’te Jamanak gazetesinde yayımlanan şiiri ile başlamış, ömrünün son yıllarına kadar da devam etmişti.

zahrad-in-kaleminden-icinden-kedi-gecen-siirler-294247-1.

Zahrad’ın eserleri bugüne kadar 22 dile çevrildi ancak doğduğu ülkede, Türkiye’de nispeten daha az tanındı. Mesela 1993’te yapılan ilk Türkçe çevrisi öncesinde kendisinin eserleri İngilizce okurla çoktan buluşmuştu bile. Aras Yayıncılık, modern Ermeni şiirinin bu ulu çınarının yapıtlarını Türkçeye kazandırmaya devam ediyor. Mizah ustası ve çevirmen Ohannes Şaşkal’ın çevirdiği “Yağ Damlası”, “Yapracığı Gören Balık” ve “Işığını Söndürme Sakın” kitaplarıyla Türkçe okuyucusu ile buluşan şair, iki sene önce Rober Koptaş’ın editörlüğünde “Ferah Tut Yüreğini” ile karşımıza çıkmıştı.

Yine Ohannes Şaşkal’ın çevirisi ile…

Zahrad’ın ölümünden 10 yıl sonra Aras tarafından yayımlanan kitabı “Gaduner” (Kediler) kitabı ise şairin daha az bilinen bir yönünün altını çiziyor. Zahrad’ın çok sevdiği kediler üzerine yazdığı şiirlerini kübik tarzdaki çizimleri ile birleştiriyor. Yine Ohannes Şaşkal’ın çevirisi ile… Önsözde Ohannes Şaşkal şöyle anlatıyor kitabı: “Elinizde tuttuğunuz kitapta, türlü halleriyle “kedi”nin bizzat özne alındığı ya da rol oynadığı, rol biçildiği şiirleri bulacaksınız. Jondor, Piçon, Maymun ve Kontes, adına şiir yazılmış kediler; Zahrad’ın gözde kedileri, karakteristik özellikleriyle iz bırakmış, sıradışı kediler… Ayrıca, bir kısmının adı şair tarafından konmuş olan Cımbız, Dola, Şeyla, Aerobik / Arap, Periş (Perişan’dan), Gağlik (Aksak), Pısğunk (Kusmuk – tüylerinin alacalı, kirli sarı renginden solayı) gibi daha nice özgün, ev ve sokak kedilerini de saymadan geçmek olmaz.”

O kedilerin hepsinin de şairin geçmişinde, aile hikayesinde ayrı bir yeri, farklı bir anısı var. Ama Jondor’un yeri ayrı. Agos’tan Lüsan Bıçakçı’ya konuşan Zahrad’ın hayat arkadaşı Anayis Yaldızcıyan, Fransızca altın sarısı anlamına gelen Jondor’un önemini şöyle anlatıyordu: “Bir gün evde fark etmişler ki, Jondor’un oynadığı şey, gerçek altın. Meğer kedi, Zareh’in dedesinin evde sakladığı altınların yerini bulmuş, çıkarmış. Bunu gülerek anlatırdı.”

Yaldızcıyan, ünlü şairin eserleri ile ilişkisini anlatmak için “Hayatta onu mutlu eden şey, kendi şiiriydi.” diyor ve ekliyordu: “Çok isteyip de gerçekleşmeyen bir arzusu yoktu. Örneğin çocuk sahibi olmadık, olmayı istememiştir, bundan da hiç pişmanlık duymazdı. Ama bir kitabının neşredilmesi onu çok mutlu ederdi.” Bu açıdan bakıldığında, Aras Yayıncılık’ın yayımladığı “Gaduner” / Kediler kitabı belki okuyucularını mutlu ettiği kadar aramızda olmamasına rağmen yazarını da mutlu ediyordur… Kim bilir?